22 Temmuz 2020

RÜZGARIN KALBİNDE: ANAMUR

Tarihi milyonlarca yıl öncesine dayanan, antik zamanları günümüze taşıyan, iklimiyle şifa dağıtan, koylarıyla güneşin ışıltısını yansıtan Anamur...
 
Adını, “rüzgarlı burun” anlamına gelen antik kent Anemurium’dan alan Anamur; Mersin’de Torosların eteğinde bir ova olarak konumlanıyor. Anadolu platosunu denizden ayıran bu ilçenin tarihi, iki milyon yıl öncesine kadar uzanıyor. Anamur’u Akdeniz’le buluşturan koylar, tertemiz bir denize çıkıyor. Güneşle ışıldayan altın sarısı kumsalları; burada doğup okyanusa açılan caretta caretta’ları; avokado, muz, papaya gibi tropikal meyvelere can veren güzel iklimi ve tarihe tanıklık eden coğrafyasıyla Anamur’da gezilebilecek noktalar…
 
Anemurium Antik Kenti
Anamur Burnu, milyonlarca yıl öncesine denk düşen zamanda, kireç kayaçlarından meydana gelmiş. Havanın sisli puslu olmadığı günlerde bu burunda dururken hemen karşıda sizi selamlayan Kıbrıs’ı görebiliyorsunuz. Burnun yanında, MÖ 4. yüzyılda inşa edilen, ilçeye adını veren antik Anemurium kentinin kalıntıları yer alıyor. Buranın MÖ 1. yüzyıldan itibaren bir liman kenti olarak kullanıldığı, bugüne kadar ayakta kalabilen surlardan anlaşılıyor. Kıbrıs’a, Mısır’a ve Filistin’e yakın konumlandığından, Toroslardaki diğer Roma kentlerine kolay ulaşım sağlandığından ve Roma döneminde denize açılan tek liman olduğundan Anemurium, Doğu Akdeniz’de önemli bir rol üstlenmiş. Kentte hâlâ varlığını sürdüren üç hamam da buranın bir liman kenti olduğunun bir diğer kanıtı. Uzun seferlerden dönen gemicilerin, temizlenmek için bu hamamları kullandığı söyleniyor. Antik kentte hâlâ görebildiğimiz yapılar arasında sahnesi yıkılmış bir tiyatro, bir konser alanı ve toplantıların yapıldığı, dikdörtgen şeklinde 900 kişilik bir odeon var.
 
Köşekbükü Mağarası
Anamur’un kuzeybatısındaki Ovabaşı Köyü’nü geçer geçmez karşınıza Köşekbükü Mağarası çıkıyor. Oluşumu binlerce yıl öncesine denk düşen mağarada sayısız sarkıt ve dikit bulunuyor. Mağaranın geçmişte burada yaşayan medeniyetler tarafından şifa kaynağı olarak kullanıldığı bilinenler arasında. Bir rivayete göre Roma kralı Antiochus’un kızı Anna, astım hastalığına yakalanınca bu mağarada kalmış ve iyileşmiş. Üç bölümden oluşan ve sonradan inşa edilen bir merdivenden inerek ulaşılabilen mağaranın 18 santigrat derece sıcaklığı, yüzde 80-85 nem oranı ve 160-162 milibar basıncının astım hastalarına oldukça iyi geldiği söyleniyor.
 
Dragon Çayı
Yaklaşık 35 kilometre olan Dragon Çayı; Torosların eteklerinden, Çatalyatak, Yellice, Kızcağız tepelerinden bir yer altı nehri olarak doğuyor. Suyun çıkışı ilkbahar aylarında, Sugözü Köyü’nün yakınlarında gerçekleşiyor. Yüzlerce metre fışkırarak yerin üstüne yükselen çay, bölgedeki birkaç dereyle birleşerek Akdeniz’e dökülüyor. Su elverişli olduğundan Dragon Çayı’nda kano ve nehir kayağı gibi sporlar yapılabiliyor.
 
Mamure Kalesi
Türkiye’de korunabilmiş kaleler arasında yer alan Mamure Kalesi, Antalya-Mersin kara yolunun sekizinci kilometresinde, denizin hemen kenarında konumlanıyor. Anadolu’daki birçok kale gibi Mamure Kalesi de antik temeller üzerine kurulmuş: MÖ 4. yüzyılda Romalılar tarafından yapılan kaleyi, ardından gelen Bizanslılar genişletmiş. Selçuklular ele geçirdiğinde yıkılan kalenin yerine bugün kalıntılarını gördüğümüz yapı inşa edilmiş. Selçuklulardan sonra Karamanoğulları, arkasından da Osmanlıların eline geçen kale, 23.500 metrekarelik alanıyla Türkiye’nin en büyük kalelerinden.